top of page

Türkçe Basıma Önsöz

Luis Izcovich

Çev.: Ceren Korulsan

Bu kitap boyunca, analitik tedavinin yönelimini belirlemede karar verdirici olan ve tanısal olarak psikanaliz kliniğinin üzerine kurulduğu üç klinik yapıdan (nevroz-psikoz-sapkınlık) biri olan sapkınlığa dair bir güncelleme yapmaya çalıştım. Yine de burada sapkınlığın klinik işaretlerinin olduğu bir el kitabı bulmak mümkün değil. Bu kitapta söz konusu olan psikanalizin başlangıcından bu yana sapkınlığı konumlandırmaktır, böylece Lacan tarafından kavramsal olarak sapkınlığın nasıl ele alındığını ve bunun kliniğe etkilerini göstermek mümkün olacaktır.

Bu kitabı baştan sona kat eden soru şudur: Psikanaliz için sapkınlık mevcut mudur? Bu güncel bir tartışma. Analistlerin sapkınlar analize gelmiyor fikrine dayanarak bu tanıdan nadiren söz etmeleri bunun kanıtıdır. Bu noktadan itibaren bir sorun olduğunu fark ediyoruz. Sapkın özneler analiz talebinde bulunmuyor diye sapkınlığın var olmadığı fikrini destekleyemeyiz. Peki, hakikaten analizde sapkınlar yok mu? Analiz mekanizmasının böyle özneleri kabul etmeye uygun olmadığı doğru mu?

İkinci iddia ise sapkın öznelerin bir analistle karşılaşsa bile analizde kalmayacağıdır. Bu iddia sapkın öznenin Öteki’nde kaygı yaratmak amacında olması olgusuna ve bu strateji sayesinde partnerini, yani bu durumda analisti kaygılandırmasına dayanmaktadır. Bir analistin başka bir ötekiyle aynı nedenlerle kaygılanmadığı hesaba katılmasaydı bu beyana tutunulabilirdi.

 

İşte Lacan’ın analistin arzusu kavramı burada ortaya çıkıyor. Analist sapkın bir öznenin karşısında kaygılanıyorsa bu, öznenin yapısının teyidi olmaktan öte analist olarak arzusunun başarısızlığın kanıtıdır. Kitapta bu sorular temelinde analitik kliniği hala meşgul eden önyargılar sorgulanıyor. Sapkınlığın bulunduğu yerin, önceden kabul edilmiş birçok önemli fikrin kesiştiği bir nokta olduğu kesindir ve bu durum bu öznelerin analizi için ayrıca engel teşkil eder.

Bu kitap Paris’teki Sapkınlığın Sınırları üzerine seminerimde başlayan çalışmamın, Medellin’de yapılan ve Melbourne’ne kadar uzanan bu konferans serisini takip etmesiyle ortaya çıktı. Bir yandan sapkınlığın mevcudiyetini göstermeyi, diğer yandan ise analizde sapkın öznelerin olduğunu göstermeyi amaçlıyordum. Merkezi soru, sapkınlıktan ne anlaşıldığını anlamaya vardı. Psikanalizin başından itibaren Freud’un önerisi sapkınlığı, Havelock Ellis ve özellikle de -19.yüzyılın sonunda seçkin bir psikiyatrist olan ve sapkın davranışların, başka bir deyişle cinselliğe dayanan sapmaların ayrıntılı bir kataloğunu yapan- Krafft-Ebing’in kavramsallaştırmasına benzer şekilde konumlandırmaktı. Freudcu tez, amacından sapan her tür cinsel davranışı hemen sapkınlığa dayandırıyordu, hatta genital cinsel eylem bile bu psikiyatri geleneğinde böyle kaydedildi. Peki, Freud’un son sözü bu mu?

Hiç değil. Onun sapkınlık teorisi en başta öznenin fantazmıyla olan ilişkisine dayanır. Bu nedenle nevrozun, sapkınlığın negatifi olduğunu ortaya koyar. Bu nosyon analitik akımların bütününü kat eder. Teorik aidiyeti ne olursa olsun, Ego psikolojisi, Kleincılık, Lacancılık… Bu referansı dayanak almayan tek bir analist yoktur. Bu referans aslında belli bir düzeyde nevrozun fantazmdan yararlanmaktaki ketlenmeyle ilgili olmasına dayanır ve sapkınlığın ise fantazmın eyleme koyulması olduğu anlayışına karşı çıkar. Aslına bakılırsa psikozda belirgin biçimde fantazmın eyleme koyulması boyutu mevcuttur. Demek ki psikoz ile sapkınlık arasındaki sınırın yeniden netliğe kavuşturulmasına gereksinim vardır. Aynı perspektifle, Freud dürtünün daima kısmi olduğunu tarif edecek kadar dürtü kavramını geliştirdiğinde, bir partnerle programlanmış ve garantilenmiş bir karşılaşma ve onunla mutlak ve genital bir tatminin mümkün olduğu fikrini tartışmaya açmıştı.

Freud çocukluk çağı cinselliğinin “çok biçimli sapkın tabiatta” olduğu fikrini geliştirdiğinde bu tez zaten mevcuttu. Psikanaliz akımları bu sorunsalın etrafında birbirinden ayrılır. Bir tarafta yetişkin cinselliğine varan cinsel bir gelişim fikrini destekleyenler var, bu yönelime göre libido genital bölgenin çevresine odaklanır ve partnerin genital bölgesinden tatmin olur. Diğer tarafta ise, bu kitaptaki seçeneği oluşturan ve cinsel olgunluğun var olmadığını ortaya koyan Lacancı yönelim vardır, insan cinselliği özünde sapkındır zira bedenlerin bütün olarak karşılaşmasına mani olan bir şey vardır. Ama bu fikir zaten, “çok biçimli sapkın tabiatı” insanın genelleştirilebilir bir özelliği olarak gören Freud’da da mevcuttu.

Hakiki bir sapkının cinselliğini farklı kılan nedir? Bu kitap boyunca ele alınan soru budur ve bu,  fantazm, fallus, Öteki ve a nesnesi gibi Lacancı teorinin temel kavramları etrafında bir açımlamayı gerektirir. Bu kavramsallaştırma, sapkınlığın kurucu mekanizması olarak Verleugnung’u, yani kastrasyon karşısında alınan belli bir duruşu ifade eden inkârı ortaya koyarak Freudcu kavramsallaştırmayı hem içerir hem de onu ilerletir.

Sapkınlık fantazmı içeren bir olgudur. Onu niteleyen öznenin fantazmla ilişkisidir. O hangi anda ve hangi şartlarda eyleme geçer ya da ketlenir? Genel olarak sapkınlığın aşkla, arzuyla ve jouissance’la ilişkisi nedir? Teorideki aşikâr ayrımların bazen klinikte daha incelikli olmayı gerektirmesi bizi sapkınlığın ayırıcı tanısı sorununa götürür ve daima temelde şu soruyu sormak gerekir: Bu özneler için psikanaliz mümkün müdür?

Eğer nedensel bir perspektif dahil edilmezse sapkınlık üzerine olan bu çalışma yetersiz kalacaktır. Bu, Freud tarafından Oidipus modeline dayanarak ortaya konmuştur. Burada soru, sapkın öznenin oluşumu için belli aile tiplerinin belirleyici olup olmadığının bilinmesidir. Bu, öznenin yapısının önlenebilir programını ortaya koyma girişimine dönüşebileceğinden bizim ilerleyeceğimiz yön değildir. Psikanalitik teori semptomun politikasını ve onun aktarım içinde alımlanmasını esas alır ama hiçbir vakada psikanaliz öngörüler üretmeye hizmet etmemelidir. Yaşadığımız çağın daha fazla psikotik özneler ya da sapkın davranışlar ürettiğini duyuyoruz bazen.

İki şeyi dikkate almak zorundayız. Bir taraftan psikanaliz açısından sapkın davranış kavramını kullanamayız çünkü bu, normun dışındaki bir davranış olduğunu farz etmek demektir. Ama hangi normdan bahsediyoruz? Söz konusu olan bir yasanın ihlali midir? Sapkınlık sadece yasayla ilişkiye dair bir sorunsal mıdır? Sapkınlığı ihlal penceresinden mi tahayyül edeceğiz? Nevrotikler de sapkınklar kadar yasayı ihlal edebilir. Buradaki konumumuzu özetleyelim: Yalnızca davranışlara, ya da yalnızca yasayla ilişkiye dayanan bir ayrıcı tanı kliniği olamaz. Öte yandan belli bir anne baba çiftinin nevrotik, sapkın ya da psikotik bir özne yaratacağını bilmeye imkân veren hiçbir şey yoktur.

Bu son nokta, homoseksüel çiftlerin evliliği ve bu çiftlerin evlat edinmesinin gelecekte bu çocukların cinselliği ile ilgili olarak bir sapmanın temeli olup olamayacağı sorusuna dair toplumdaki tartışmalarda önemli görünüyor. Bu nokta psikanalizde farklı klinik yapılarda semptomun oluşumu ve homoseksüel ya da heteroseksüel partner seçimine dair bizi yönlendiren hususların neler olduğunun ve nedensellik dendiğinde ne anlaşıldığının açıklanması gerekliliğini haklı çıkarır. Çünkü önceden kabul edilmiş fikrin aksine, heteroseksüellik bir norm değildir. Bu zaten Freud’da mevcuttur hatta heteroseksüellik, homoseksüellik gibi, bir semptomdur. Bu noktayı ilerleyen bölümlerde ele alacağız.

İşte bu dolayımla, erkek cinsiyetin sapkınlık karşısında zayıf cinsiyet olduğunu teyit etme imkânı veren nedenlerden bahsedeceğiz. Bu bizi kadınlar, bir kadın için çocuğun ne anlama geldiği, kadın eşcinselliği sorunsalı ve sapkınlık etrafında bir yol izlemeye götürecek. Kısacası Lacan’ın ne sapkınlığa, ne bunun kliniğine ne de bu öznelerle tedavinin yönüne dair referans vermeyi asla bırakmadığı dikkate alınmalıdır.

Hiç şüphe yok ki sapkın bir özne jouissance’ı ile ne yapması gerektiğini bilir, onu nasıl arayacağını ve nereden elde edeceğini bilir. Bu, esas olarak bildiği farz edilen öznenin kurulmasında bir engel yaratır. Tatminin ne vaat ettiği ve ona nasıl erişilebileceği önceden biliniyorsa neden bir analiste başvurulsun? Aslında, R.S.I. (Réel-Symbolique-Imaginaire) seminerinin 18 Şubat 1975 tarihli dersinde ortaya konan, Lacan’ın sapkınlık ve nevroz arasındaki ayrıma dair son değinilerinden birisi dikkate alınırsa “nevroz, kaçırılmış bir sapkınlıktır” derken bize sapkınlığın başarılı bir yapı olduğunu belirttiği görülecektir. Aslında sapkınlık, kendisine gereken jouissance üzerine bilgi talep etmekten mahrum bir öznenin numunelik örneğidir. Sapkınlığı sadece bu perspektife indirgemek, analitik klinikteki deneyimde kanıtlanan bir olguyu, yani sapkın öznenin açmazlarının mevcudiyetini dikkate almamaktır.

Bu anlar nelerdir? Yapıdaki kırılma hatları nelerdir? Bu açmazlar nasıl tezahür eder? Analitik çalışmada nasıl alımlanmaları mümkündür? Bunların etkileri nelerdir? Sapkın bir öznenin analizinden ne beklenebilir? Bu kitap bir analist için sorulması gerekli sorulara cevap verme girişimi olduğu kadar daha geniş biçimde de sapkınlığın çıkmazları ile o ya da bu şekilde karşılaşanlar içindir. Çünkü başarılı bir yapının modeli olsa bile, hayatın olumsallığında, sapkın özneler arzunun gizemleri ve bazen de arzulamanın imkânsızlığı gibi çıkmazlarla karşılaşır. Eğer referans olarak yalnızca bir olgudan bahsetmek gerekseydi bu sapkın öznenin kaygısı olurdu.

Kısacası, bizim amacımız sapkınlığın, yapının sınırlarını ve klinisyene kendini dayatan sınırları aramak olacaktır, onları inkâr etmek için değil ama onlardan etik sonuçlar çıkarsamak için. Bu öznelerle analitik tedavide analistin yerini daha iyi konumlaması için bunlar olmazsa olmazdır.

3 Mart 2018, Paris

bottom of page