Lacancı Psikanalizin Sekiz Temel Kavramı
8 önemli Lacancı analistin/düşünürün, 8 önemli Lacancı kavramı derinlemesine ele aldığı makalelerden oluşan bu kitabın, ilk olarak 1998 yılında yayımlanmış olmasına rağmen halen çok güncel ve ilgi çekici olduğuna
inanıyorum. Lacan’ın tanıttığı şekliyle kavramların kuramsal ve pratik bağlamına, bu kavramları öğretisi boyunca nasıl geliştirdiğine, cevaplamaküzere tasarladığı sorularına ve kavramların klinik ve sosyokültürel konularla
ilgisine odaklanan bu makalelerin her biri oldukça tatmin edici bir tartışma sahası yaratıyor.
Peki bu kitapta bizi neler bekliyor?
İlk bölümde Dylan Evans, jouissance kavramının, bazen birbirine karşıt da olabilen birden fazla anlamı üzerinde durur. Bu aynı zamanda, psikanalizi ilgilendiren toplantılarda sıklıkla karşılaşılan bir soru: Jouissance keyif
anlamında mı yoksa haz ve acının bir karışımı anlamında mı kullanılır? Evans, kavramın farklı nüanslarını ele alarak, bu kavramı “feminen jouissance”, “Öteki’nin jouissance’ı”, “bedenin jouissance’ı” gibi ön adlarla tanımlamanın kafa karışıklıklarını çözmeye yardımcı olacağını belirtir. Kavramın klinik ve kültürel kullanımlarına dair çeşitli örnekler vererek jouissance hakkında daha fazla düşünmemizin yolunu açar.
İkinci bölümde Bruce Fink, Lacan’ın dört söylemini ele alır. Burada üzerinde durulan esas nokta, analizanın nasıl histerikleştiği, analitik söyleme nasıl dahil olduğudur. Analizan için arzunun nedeni konumundaki analist, analizin motor gücüdür. Bu, aktarımın bir analizin son noktası olarak analistle özdeşleşmekten başka bir şeye yol açabilmesi için analistin işgal etmesi gereken konumdur.
Analist, tıpkı analizan gibi bir öteki olarak görüldüğünde imgesel bir nesne ya da küçük öteki olarak düşünülebilir. Analist, bir yargıç ya da ebeveyn olarak görüldüğünde simgesel bir nesne ya da büyük Öteki olarak düşünülebilir. Oysa, analizanın bilinçdışı oluşumlarının nedeni olarak görüldüğünde “gerçek” bir nesne olarak düşünülebilir. Fink, analitik söylem içindeki analistin alması gereken sorumluluğun altını çizer.
Lacancı psikanalizi diğerlerinden ayıran temel noktalar bu bölümde tartışılmaktadır. Üçüncü bölümde Russell Grigg, men etme (Verwerfung) mekanizmasından bahseder. Lacancı psikanalizin güçlü yönlerinden biri de
psikoz kliniğini ele alacak teçhizata sahip olmasıdır. Lacan’ın çalışması boyunca ilerlettiği Baba-nın-Adı’nın men edilmesi meselesi, Kurt Adam, Schreber ve James Joyce üzerinden tartışılmaktadır. Bu makalesinde Grigg, esas olanın nevroz olduğu, psikozun ise bir defisit olarak ele alındığı görüşe bir alternatif olarak, nevrozun semptom-metaforunu bir yanıt, psikotiğin sanrısal metaforunu ise bir başka yanıt olarak düşünmemizi önerir. Psikanalizin İlk Günahı: Analistin Arzusu Üzerine adlı dördüncü bölümde Katrien Libbrecht, analistin arzusunun işlevini tartışır. Didaktik analiz ya da eğitim analizi diye bir şey olamayacağını, analist olma “talebinin” ötesindeki bir “arzunun”, ancak analiz sürecinde ortaya çıkabileceğini ileri sürer. Arzu üzerine düşünmek, Lacancı psikanalizin en Lacancı öğesidir. Peki Lacan, analistte deneyimli bir arzunun olduğunu söylediğinde bu ne anlama gelmektedir? Analistin fantazisinden geriye ne kalır? Öznenin yoksunluğu ne demektir? Tüm bu sorular ve analizin sonuna dair daha fazla düşünce, bu makalede ele alınmıştır. Beşinci bölümde Dany Nobus, Camdaki
Yaşam ve Ölüm: Ayna Evresine Yeni Bir Bakış’ı sunar. Ayna evresi, her ne kadar Lacan’ın erken
dönem çalışmalarından biri olsa da ardından gelen çalışmalarında sık sık buraya dönerek bir “ilk stratejik nokta” olarak atıfta bulunmuştur. Nobus, ayna evresini psikolojik gözlemler, nöro-anatomik veriler, Kojève’in Hegel yorumu, “ben”in imgesel yapısı ve öznenin ortaya çıkışı için yabancılaştırıcı işlevi üzerinden ayrıntılandırarak anlatır. Nevroz ve psikozdaki karmaşık klinik fenomenleri ayırmakta ayna evresinin nasıl işlev gördüğünü gösterir. Altıncı bölümde Luke Thurston, Lacan’ın topolojiyle ilişkisi ve Borromean düğümü üzerine bir tartışma yürütür. Lacan’ın, topolojiyi kullanımının bir kuram tesis etmediği ve Borromean düğümünün bize Lacancı
psikanalizin tutarlı, tamamlanmış bir versiyonunu sağlamasını beklemediği yönündeki beyanına dikkat çeker. Önceki kuramların belirli yönlerini pekiştiriyor olsa da düğümün esas etkisi, bu kuramların istikrarsızlaştırılması ve sarsıcı yeni bakış açıları getirmesidir. Bu, Lacancı kuramın dış sınırına, matheme’in formüle etme tutkusunun sonunda, semptomun kuramsallaştırılamayan, tercüme edilemeyen “gerçeğine” düştüğü noktaya işaret eder. Bu bölümde, Lacan’ın psikanalizi matematiksel olarak formüle etme çabasına dair daha fazla düşünce, başka analist ve filozofların da düşünceleri üzerinden tartışılmaktadır.
Pre-ontolojik bir Var-olmayan’ın Nedenselliği ve Yoksunluğu: Lacancı Özne Üzerine adlı yedinci bölümde Paul Verhaeghe, bize zor bir başlıkla, Lacancı psikanalizin en tipik ve en önemli kavramlarından birini sunar. Başlıkzordur, çünkü kavramı olduğu haliyle tanımlamak da oldukça zordur. Özneyi egodan ayırmak, nasıl ortaya çıktığını hesaba katmak gerekir. Öyleyse özne nasıl varlığa gelmektedir? Lacan’da eksik nedir? Özne bu eksikle nasıl başa çıkar? Yabancılaşma ve ayrılma ne demektir? Bu sorular zemininde bir tartışma yürüten Verhaeghe, psikanalizin sonunda özneye ne olduğunu da bize anlatır. Ve son olarak Fantazinin Yedi Örtüsü adlı sekizinci bölümde Slavoj Žižek, fantaziye dair ufkumuzu genişletir. Žižek, yine bildiğimiz ve sevdiğimiz üslubuyla, filmlerden ve edebiyat eserlerinden, toplumsal olaylardan ve siyasi fikirlerden yola çıkarak psikanalizi bambaşka bir bakışla bize sunar. Fantazinin işlevini, örtük kalmasının gerekliliğini, arzuyu ve yasayı nasıl desteklediğini ve
kurucu boşluğun önemini gösterir. Her okurun kendi “Lacan’a dönüş”üne imkân tanıyacak bu kitabın, Lacancı psikanaliz üzerine okuyan, düşünen, bunu klinik pratiğinde uygulayanlara ya da ilk kez Lacan ile tanışacaklara faydalı olacağını düşünüyorum. Kitabın Türkçe çevirisinin Lacancı psikanalizin Türkiye serüvenine katkı sunacağını ümit ediyorum. Okuruna ulaşması dileklerimle…
Sinem ACAR